ZEKİ GÜVEN


YUSUF´UN DEDE DOSTU (ANI)


                                                    YUSUF´ UN DEDE  DOSTU 

/resimler/2017-2/2/2333013308668.jpg

                      Yusuf Aydın, İzzet Mustafa´nın en büyük torunu. Çocukluğu Yenipazar´da geçti. Öpöz bir köy çocuğu. Kuzu otlattı, öküz güttü, düven sürdü. Cesur, hareketli, dayanıklı, sert görünümlü fakat merhametli bir çocuktu.

                      İnsanımızın çektiği sıkıntıların hepsine tanık oldu... En güzel anılarını İzzetlerin evinde yaşadı. Hatıp, İzzet Mustafa, Kör Memet, Kör Azime ile ilgili onlarca anısı var. Kimisi insanı güldüren kimisi de insanın burnunun direğini sızlatan anılar. O anıları sonraki yazılarımda sizlerle  paylaşacağım.

                     Yusuf  ilkokul beşinci sınıfa kadar Yenipazar´da yaşadı. Daha sonra Pendik´e gitti. Pendik´ ten de çok kısa süreliğine Almanya´ya. Dönüşünde uzun yıllar evinin altındaki dükkanda demircilik yaptı. Ama bağlarını hiç koparmadı Yenipazar´dan. Onu Yenipazar´a bağlayan hiçbir şey yoktu aslında . Çok sevdiği amcası ve yengesini de kaybetmişti. Şimdi koskoca İzzetler´in evinde sadece çocukluk anıları vardı kerpiç duvarlarda. 

                   Yenipazar´a demir kapı, pencere, balkon korkuluğu yapmak, takmak için sık sık gidip geliyordu kendi ticari arabasıyla.

                     İşte bu geliş gidişler sırasında bir köyde, iki katlı dışarıdan merdivenli bir evin ikinci kat sahanlığında eski tahta bir sandalyede oturan yaşlı bir adam dikkatini çeker. Her geliş gidişinde bu adamı orada oturuken görür. Oradan geçerken bazen adamın yüzünü görür bazen göremez. Çünkü adam başını çevirene kadar araba geçip gitmektedir..

                     Bir gün aklına gelir. Bu adama döner bir sandalye alır. Atar dükkana. Bir ara köye giderse verecektir. Bu arada Yenipazar´a ev yapmaya da başlamıştır. Sık sık gider gelir arabasıyla.

                    Bir gün o köyde arabasını durdurur. Aldığı sandalyeyi amcaya verir. Yaşlı dede çok memnun olur. Sağa sola  kolayca dönüyor, geleni geçeni rahatça görebiliyordur  artık. "Allah razı olsun oğlum."  der.                           

/resimler/2017-1/16/1640080919875.jpg                                  /resimler/2017-1/16/1641217952652.jpg

/resimler/2017-2/2/1153448529648.jpg

                   Üzüm mevsimiydi. Yusuf´un arabasıya Yenipazar´dan İstanbul´a dönüyoruz. Bir tanıdığın düğünü için gelmiştik Yenipazar´a.  Hava sıcak ... Ben bir ara " Bi hava alalım", dedim Yusuf´a. O da: " İleride yolun kenarında bir pınar var, elimizi yüzümüzü de yıkarız." dedi.

                   Pınarın başına geldik. Elimizi yüzümüzü yıkıyoruz. Pınarın hemen yanında kocaman bir asma ağacı... Üstünde sararmış, kızarmış olgun üzümler... Dallar, bir buçuk iki metre yükseliğinde bir çardağın üstüne yayılmış. Çardağın aralarından sarkan üzümler yüzümüze, gözümüze değiyor.

                   Bu sırada yanımızda bir adam belirdi. Bizden birkaç yaş büyük biri. O da pınarda elini yüzünü yıkadı . Havadan sudan bahsettik. Konuşmalarından adamın o bahçenin sahibinin oğlu  olduğunu ve oraya yakın bir köyde yaşadığını anlıyoruz. İnsanların açgözlülüğünden, salkımları olgunlaşmadan koparıp götürdüklerinden falan konuştu durdu... Anlattığına göre babası gelen geçen su içsin diye bu pınarı yapmış, üzümlerden yesin diye de  asma ağacını dikmişti. Kendinin de bu bahçede çok emeği vardı .  

                  Biz kafamıza değen üzümlere bile bakamıyoruz artık. Üzümler ağzımıza girecek neredeyse. Şuradan birer salkım üzüm koparın, yiyin diyemedi adam bize. 
               
                  Adam anlaşılan biz ayrılmadan pınarın başından ayrılmayacak. Bir salkım koparıp, alın yiyin şunu da demiyor...  Hadi gidelim, dedik, arabaya yöneldik. Yusuf arabanın kapısını açtı.  

                  Tam o esnada bize nereli olduğumuzu sordu . Biz de Yenipazarlıyız, dedik. 

                  Çocukken babası ile sık sık akşamdan Yenipazar pazarına gittiklerini, orada dede dostu İzzet Mustafalarda kaldıklarını söyledi. 

                  Ben çakı bulmuş çocuk gibi (çok sevinmek)  Yusuf´u göstererek , "Arkadaş İzzet Mustafa´nın torunu olur." dedim .

                  " Ya öyle mi ? " dedi .

                  Yusuf, başıyla onayladı.

                  " Ooo! Dede dostu çıktık desene ..."  Biraz durakladık.   Nereden gelip, nereye gittiğimizi; ne iş yaptığımızı sordu.                

                   "Dallardan  olgun üzümler sarkıyordu. Pınardan şırıl şırıl su akıyordu." 

                  Biz de ne iş yaptığımızı söyledik.  " İstanbul Pendik dedik." 

                   " Dallardan  olgun üzümler sarkıyordu. Pınardan şırıl şırıl su akıyordu.."

                  - İstanbul mu?                                                                                                                                      

                   - Evet , İstanbul...          

                   Ya, İstanbul derken... Geçenlerde  İstananbul´da oturan biri babama dönerli bir sandalye getirmiş. Tanır mısınız acaba ?.. 

                  _   ... !

                  Yusuf:  "Ben bırakmıştım o kırmızı dönerli sandalyeyi." dedi alçak bir sesle.

                  " E gidiyor musunuz ?  Üzüm koparsaydınız asmadan, çeşmede yıkayıp yeseydiniz."

                  _ ... ! 

                   " Geç kaldık... Atla Zeki. " dedi, Yusuf.  Atladım hemen. Marşa bastı, kapıyı çarptı... Dazır duzur, tangır tungur tozu dumana katarak  sürdü arabayı. 

                  "Dallardan olgun üzümler sarkıyordu. Pınardan şırıl şırıl su akıyordu" ... Zeki Güven Pendik, 10.02.2017                                                                                                                    

Sermet gürsel
3.02.2017 11:29:25
Zeki; Bizde oradan çok geçtik.kahvaltı bile yaptık. Ancak o adam bize buradan geçerken hepsinden alabilirsiniz dedi.Çünkü,simit ve kola vermiştik. O da sizden birşeyler beklemiş.Yani adam rüşvete alışmış.Siz anlayamamışşınız.