EROL ERKEN


Bir Öğretmenin Anıları - 2´nci Bölüm

Başöğretmen uzun boylu, zayıf, esmer, beni gayet ciddi karşıladı. Beşinci sınıfı okutacağımı söyledi ve hemen sınıfa götürerek öğrencilerle tanıştırdı.


/resimler/2018-9/2/1914086695113.jpg

Başöğretmen uzun boylu, zayıf, esmer, beni gayet ciddi karşıladı. Beşinci sınıfı okutacağımı söyledi ve hemen sınıfa götürerek öğrencilerle tanıştırdı. Böylelikle vazifeye başlamış oldum. 2 kız, 6 erkekten ibaret talebelerimin ayrı ayrı güzellikleri vardı. Hepsini çok sevmiştim. Kısa zamanda tanıştık, kaynaştık. Her konuyu yapabildiğim kadar araçlar, resimler, grafikler üzerinde inceliyor, tartışıyor, kitaptan da okumak suretiyle ayni saatte öğrenmiş bulunuyorduk. 7 öğrencim üstün başarıya ulaşmıştı. Bir erkek öğrenci üç kelimeyi bir araya getirip söyleyemiyordu. Mesela, Yavuz Sultan Selim deyemeyecek kadar geri idi. Okulda öğretmen okulu mezunu olarak biz iki arkadaştan başka Rüştiye mezunu baş öğretmen ve bir yaşlı öğretmen, ortaokul mezunu bir erkek, bir kadın öğretmen vardı.


1927 nüfus sayımına göre 903 nüfuslu küçük bir kasaba olan kaza, Göldağı eteklerini dolduran suyun meydana getirdiği gölden isim almıştır. Çok sinek yaptığı için bir yıl evvel açılan büyük bir kanal ile suyu akıtılarak verimli bir ova haline getirilmiştir. Bahçeleri ve evlerinin avluları gül ile donatılmış bu kasabaya, Gülpazarı denmesi daha yerinde olurdu.


Nisan başından Temmuz sonuna kadar kasabanın havası gül kokusu ile dolar, taşar. Mehtaplı gecelerde sabahlara kadar şakıyan bülbüllerin sesine doyum olmaz. Yeşilliklere bürünmüş kasabanın cana yakın, güler yüzlü halkı ile kısa zamanda kaynaştık. Günler, haftalar birbirini kovaladı. Laz Salih annemi de getirdi. Fırını, lokantası, oteli, düzgün bir kahvesi olmayan kasabada tamamen rahata kavuşmuştum. Okuma, yazma dershanesine devam eden 37 kadına da bir ay gibi kısa bir zamanda gerekli yeteneği kazandırdım. Yapılan merasimde belgelerini alan kadınlar arasında bulunan kaymakam beyin hanımı, derslerde davranışlarımın olgunluğundan bahsetmesi beni olduğu kadar, sevenlerimi de memnun etti. Halk arasında biraz daha önem kazanmış oldum.


Bilecik vilayet erkanından tetkik ve tahkik için gelenler ya Osman Kadı veya Ziya Bey tarafından misafir edilir, ve ağırlanırdı. Akşam yemeklerine ekseriyetle beni de çağırırlardı. Bu vesile ile vilayet erkanı ile tanışmış oluyordum. Mehtabın 15. geceleri kasabanın yüksekçe ovaya hakim Hamza pınarda kaza erkanı kendi aralarında sofralar hazırlar, hem yer, hem de içer, geç saatlere kadar sohbet ederek hayatın tadını çıkarırlardı. Ben içmemekle beraber bu toplantıdan büyük bir haz duyardım. Bir sabah vali muavini ve maarif müdürünün geldiği haberi duyuldu. Başöğretmen bize gerekli direktifi vererek acele okuldan ayrıldı. Öğleden sonra okula geldiler, derslerimize girdiler, memnun olarak ayrıldılar. Başöğretmenin evinde maarif müdürü şerefine verilen akşam yemeğine gitmedim. Odacı Hüseyin efendi iki defa geldi, yine gitmedim. Başöğretmen gelince gitmek zorunda kaldım. Maarif Müdürüne komşu arkadaşının mektubuna müsbet cevap verdiği halde aksini yapan bir kimsenin sofrasında bulunmak istemediğim için gelmediğimi söyleyince biraz şaşırdı. Dersten çıkarken Vali Muavinin bana iltifat etmesinin de tesiri olacak ki en kısa zamanda istediğim Bozüyük´e naklimin yapılacağına söz verdi.


Otoriter olan başöğretmene sormadan bir şey yapamıyorduk. Onun bir haftalık toplantı için vilayete gitmesinden faydalanarak odacı Hüseyin efendinin yardımı ile sınıfımdaki 4 büyük sırayı ortasından keserek ikişer kişilik hale getirdim. Bacadan aldığım kurumu tutkal içinde eriterek sıraların siyaha boyanması da sınıfıma ayrı bir renk verdi. Okul çeşmesini Karaağaç başından açıkta bulanık akarak gelen su yoluna taze kavak kabuklarından oluk yaptım. Suyu tel süzgeçten de geçirdikten sonra berrak akan çeşmeden talebelerimiz kadar, muhacir mahallesi sakinleri de memnun kaldılar. Kayalar arasından kasabaya akan su artığı yolunda kavak diktim. Başöğretmen gelince Hüseyin efendiden izahat almış ama bana bir şey söylemedi. Okul paydosunda arkadaşım Mehmet ile aşağıya inince bakkal Alapan´ın dükkanı önüne İstanbul Milletvekili Sadi Bekter´in babası Müftü efendi gelmiş ise onun etrafında halkalanır, otururuz. Dereden tepeden konuşmalar olur.


Daire paydosunda omzuna attığı renkli mendili ve aheste yürüyüşü ile nüfus katibi Remzi Bey beklenir. Müftü Efendi tarafından çağrılmasını bekler, yan yan yürüyüşü ile bize yaklaşır. Müftü Efendi, Remzi Bey, bu defa hile yok, bak hepimiz seni bekliyoruz, kibrit başı kime çıkarsa kahve paralarını o verecek, der. Biraz saf olan Remzi Bey, sanki istemiyormuş gibi davranır, gelir bir oturak üzerine kurulur. Hile yok der. Müftü Efendinin hazırladığı kibrit çöplerinden herkes birer tane çeker, başlı çöp Remzi Beyde kalır. Tanesi altmış paradan ibaret 6-7 kişinin kahve parasını ödemek Remzi Beye düşer. Söylene söylene kahvesini içer, kahveci fincanları toplamaya gelince Müftü Efendi parayı verir. Remzi Bey, Müftü Efendi adildir, haksızlık yapmaz, diye söylenir durur. Bazen Hacının, bazen Söğütlükçünün kahvesi önünde hava serinleninceye kadar kasabanın ileri gelenleri ile oturur, sonra çayıra, kavaklara kadar veya Çingen pınarına kadar yürüyüşler yapardık.


Kasabada 23 Nisan günü ilk müsamere veriyoruz. 903 kişiden ibaret kasaba halkının çoğu okulda toplandı. İlk defa olduğu için midir, nedir, çocuklarımızın her hareketi çok çok alkışlandı. Benim yaptığım konuşma okuma yazma kursuna muntazam devam etmeyen karısına söylendiğim için bana kızgın ve kırgın olan jandarma komutanı yüksek sesle ?Çocuk öğretmen keramet buyuruyor ? dedi. Halk, evlerine dönerken Kaymakam Bey bizi toplayarak övücü sözleriyle hepimizi tebrik etti. Arkadaşım Mehmet ile ilk sakal tıraşına Gölpazarı´nda başladık. Bizim gelmemizle köye nakledilen iki yaşlı öğretmen arkadaş, hafta tatillerinde evlerine geldikçe halk arasında bunlar daha çocuk, bunlardan daha fazla bir şey beklenemez, dedikodusunu yaydıklarını, Müftü Efendi oğlunun yakın arkadaşı olduğumuz için üzülerek söyledi.


Kaymakam Nuri Beyin kitaplığından peygamberlerin hayatı hakkında kitabı aldım. Hazreti Adem´den başlayarak bütün peygamberlerin hayatlarını inceledim, notlar aldım. Tarih bilgim yeni idi. Daire paydosundan sonra Müftü Efendinin etrafında toplanmak bir adet halini almıştı. Bildiğim konulardan bir ipucunu Müftü Efendiye veriyor, onu bir müddet merakla dinlerken ben yine konuyu baştan ele alıyor, daha etraflı, mufassal olarak anlatışım karşısında dinleyenleri hayretler içinde bırakıyordum.


1930 yılı baharında Sakarya üzerinde yapılacak köprünün temel atma merasiminde kasaba adına yaptığım konuşmada valinin ve maarif müdürünün tebriklerini alınca çocuk öğretmenlikten kurtulmuş, ağırbaşlı öğretmen payesini kazanmıştım. Annemin ailelerle teması, Müftü, Osman Kadı, Ziya Bey, Ahmet Ağanın hakkımda kullandıkları iyi ve taktirkar sözleri sayesinde biraz itibar kazandık. İkinci yıl Osman Kadının oğlu Tahsin Bey de öğretmen olarak kazaya gelince biraz daha kuvvetlendik. Belediyenin altında ardiye olarak kullanılan odayı Muallimler Birliği, yanındaki arsayı gençlik parkı haline getirdik. Ardiyede bozuldu diye terk edilen 16 büyük radyum lambalarını temizledim. Amyant taktık, kasaba içindeki yerlerine yakarak astık. Belediye bir tanesini de Muallimler Birliğine verdi.


Kasabada az da olsa bir hareket yapmış olduk. Bağdat yolu üzerinde olan kasabaya Köprülü Mehmet Paşa tarafından yapılan, senelerce kapıları kapalı kalan, hanın kapılarını açtık, bir haftalık temizleme ve badana sayesinde kullanılır hale getirdik. Meslekler hakkında yazılmış bulunan piyesi başarı ile temsil ettik. Köylere, komşu kasabalara geziler yaptık. Temiz, ahlaklı, kadirşinas, yardımsever, hem de her şeyi çok ucuz olan bu kasabadan 15 Haziran 1931 de askerlik ödevimi yapmak üzere tatlı hatıraları geride bırakarak kırık bir gönül ile ayrıldım.