EROL ERKEN


BİR ÖĞRETMENLİK HİKÂYESİ?

Madem ki sözü eskilerden açıyoruz, devam edelim...


BİR ÖĞRETMENLİK  HİKÂYESİ?                                                                                                    

                                            Madem ki sözü eskilerden açıyoruz, devam edelim.

 

 /resimler/2019-1/3/1814051901344.jpg                                                                                                                                                                                                                                                                                                             

  İki katırın sırtına sardığımız eşyalarla köye  gitmekteyiz.                                                                                                                                        Öğretmen olduk. Vekil öğretmeniz. Katırları İdris çekmekte. Üç saatlik yolumuz varmış. Çukurören yolun yarısı.

          İdris kırk, kırk beş yaşlarında sıtmadan yeni kurtulmuş gibi benzi soluk, elli kilo gelir gelmez , cıgarayı bizden değil, tabakadan kaçak tütün sararak içen bir garip  adem.. Oğlunu kasabadaki bir bakkalın yanına çırak verip;

         -Belki ileride aksatayı öğrenir de bir küçük dükkan açıp köyden kurtulur, diyeceği sonradan öğrenilecek.

          Pek fazla konuşmuyor. Akşam onda misafiriz. Hanıma tenbihlenmiş. Hoca gelecek, ev temizlensin, yatak, yorgan açılsın, yemek yapılsın.

          Yol, ya yokuş, ya iniş. Düzlük sadece Çukurören Köyü´nün önü... Akşam karanlığında çamlıktan aşağı salındıkta görüyoruz köyün bir kaç ışığını.

          Denkler çözüldü. Bir yaylı tek kişilik somya, yatak, yorgan, yastık... Üç beş parça mutfak levazımatı, yiyecekler, giyecekler...

          Annem ne çok ağlamıştı ben giderken.

         -Yiyecek ekmeğimiz, yatacak yatağımız, harcayacak paramız mı yoktu be evladım. Sen köy yerinde ne yersin, ne içersin ?. İki yumurta kırmayı bilmezsin. Baban olacak zalim nasıl izin verdi gitmene?..

          Ellerine sarılıp öptüm, yüzüme sürdüm.

         -Sen dua et yeter be anacığım, dedim. Mevla elbet kayıracak senin duanla...

         -Sen eve buyur hoca. Ben katırları ahıra çekip yemleyeyim.

          Beş numara gaz lambasını elinde tutan karısı yemenisini burnunun ucunda tutup yol gösteriyor kapıdan. Sedire oturup İdris´i bekliyoruz. 

          Çorbadan başlamak gerek. Göğsüne yaslayıp bir bütün ekmeği dilimleyen İdris halimizi bildiğinden;

         -Kusura kalma hocam, diyor. Alışık değilsindir köy yemeğine amma neylersin fakirlik belimizi bükmüştür. Üç dişin eksiği görünüyor gülümseyince.

          İbrikle su verilip peşkir tutuluyor ellerimizi yıkamak için.

          Köy odası... Kapıdan girince odanın loşluğundan pek seçilmiyor insan yüzleri. 

         -Şöyle buyur hoca, sesinin olduğu yere, ocak başına yöneliyoruz. Ocakta büyük bir çam kütüğü dikine yerleştirilip alttan ateşe verilmiş. Hem ısıtmakta, hem aydınlatmakta.

          Misafiri baş köşeye oturtmak adetten... Muhtar Amir ağanın yanındayız.

         -Hoş geldin hoca. Köyümüzde epey zamandır hocamız yoktu. İyi oldu, güzel oldu, sen geldin. Pek de gençmişsin. Nerelisin, kimlerdensin?. Kasabadan hoca geleceğini haber aldık da kimin nesi, kimin fesi anlayamadık.

         -Kasabadanım. Paşa Süleyman´ın oğluyum. Vekil öğretmen olarak tayin oldum köyünüze.

          -Ooooo,  demek sen bizim has arkadaşımızın oğlusun ha. Ne güzel, ne güzel.. Biz köycek bütün aksatayı sizden görürüz. Dirayetli adamdır baban. Namı vardır. Bir dediğimizi iki etmez Süleyman ağa. Hemi de sizin aşağı mahalledeki evin tahtaları bizim elimizden geçmiştir. İdris çok ısrar etti, ille ben getireyim hocayı kasabadan, bir akşam bende misafir kalsın dediydi de ruhsat verdik İdris´e. Yarından keri bizde misafirsin. Odan düzülünceye kadar.

          O zamana kadar Sesi çıkmayan köylü hep bir ağızdan hoş geldin, hoş geldin diye çığrıştılar.

         -Gazete getirdin mi hoca?. Biz kasabadan uzak olduğumuzdan acans haberlerinden başkaca haber alamamaktayız.

          Hazırlıklı geldik. Büyük harfli haberlerden başlayarak memleket ahvalini hikaye ettik köylümüze. 

          Ezan... Yatsı ezanı... Köy odasının hemen yanında, sundurmayla geçilen yerde köy camii. Bize müsade hoca, diyen kalktı, bize müsade diyen kalktı, kapı kenarında oturan bir kaç çocuk da dahil oldu haziruna.. Bir ben kaldım köy odasında, bir de çam kütüğü...

          Cıgaraya erken başlamışız. Ocağa doğru dumanı üfleyerek kaç cıgara içtik, bilinmiyor. 

         " Allah kabul etsin" dilekleriyle döndü cemaat. Muhsin hocayı, cami imamını fark etmemişiz odanın karanlığında. Gelip yanımıza oturuyor. Sonraları hep beraber olacağımız muhabbet adamı...

          Ali Kahyaya tenbih üstüne tenbih... Evler dolaşılacak, talebelere  duyuruda  bulunulacak;

         - Sabah okul açılacak. Yeni öğretmenimiz akşam köyümüze gelmiştir. Cümle talebe bahçede hazır bekleyecek.

         Gecenin karanlığında izin isteyip İdris´in evinin yoluna düşüyoruz.

         Sabah ola, hayr ola.....

         Erken kalktım, gün yeni doğmuş. Gri kareli takım elbisemi giydim, beyaz gömlek, kravat, boyalı ayakkabılar... Kahvaltıya kalmadım İdris´te. Kolay mı, otuz dokuz talebe varmış, beni beklemekteler.

          Hayal kırıklığı... Saat sekiz otuz, tek bir talebe yok bahçede. Oysa Ali Kahya evleri tek tek dolaşıp haber salmıştı köy ahalisine. Köy odasında gördüklerimiz cabası. Bizi adam hesabına almadılar besbelli...

         Köyün içlerine yürüyorum. Okul köyün en dışında. Üç beş çocuk tozların içinde met oynamakta ...

         - Siz okula gidiyor musunuz ?.

          Anlamsız gözlerle bu yabancıya bakıyorlar.

         -Siz okula gidiyor musunuz ?.

         -He, diyor içlerinden birisi.

         -Neden gelmediniz okula? Ses yok...

         -Haydi evlerinize gidin, önlüklerinizi giyin, okulda sizi bekliyorum. Arkadaşlarınıza da söyleyin, onlar da gelsinler. 

          On iki talebe toplayabildik öğleye kadar. Buna da şükür....

          Ders yok..Tanışma, sohbet... Yarın bir tamam buluşmak üzere erken tatil.

          Yarıyı geçtik ertesi gün. Yoklama yapmıyoruz. Yok yazmak, devamsızlık işlenmiyor defterlere.  

          Okul uzun zaman kapalı kaldığından henüz üç sınıfımız  var. Çocuklar on dört, on beş yaşlarında. O yaştaki çocuklar köy yerinde erkekse oduna, kız ise ekmek yapmaya, çamaşır yıkamaya soyunduğundan okul pek önemsenmiyor. Nasıl olsa beşi bitirdiğinde köyde kalacaklar. Kaç kişi orta okula gitmiş ki?....

          Kaç gün böyle geçmiş, unuttum . Günlük plan bizim lügatımızda olmadığından  rahmetli Ahmet Erken hocamın verdiği yıllık ünite planından ders vermeye gayret etmekteyiz. 

          Sabahın alaca karanlığı... Okulun içinde bir tek odada kalıyorum. Uyku tutmamış, bahçede geziyorum. 

         -Selamün aleyküm hoca!..

         Haşim ağa... Ağalık söz gelimi. Allah´ın bir garip kulu... Önünde iki eşek yükü odun, kasabaya gitmekte. Eşek yüküyle dört saatlik yol. Yükü iki buçuk liradan beş lira yevmiye... Ormancı korkusu caba...

         -Kasabaya gidiş galiba?.

         -İyi bildin hoca. Bizim ekmek  parası bu iki eşeğin sırtında be hocam.

         -Bizim dükkana uğrasan, evde sazımız vardı, sana yük olmazsa alıp gelsen akşama. 

         -Emrin olur hocam, yük ne demek, verirlerse alıp geliriz herhal.

          Gözden kayboluncaya kadar arkasından bakıyorum. İki eşek yükü odun, dört saatten sekiz saat yol, beş lira yevmiye... Ay başında aldığım maaş üç yüz altmış yedi lira...

          Aklım kesti. Biz bu vekil öğretmenlikle otuz dokuz talebeye pek bir şey öğretemeyeceğiz galiba. En iyisi musiki... Biz de gün geçince böyle hatırlanmalı.

         -Altı teli , ondokuz perdesi var bu gördüğünüz aletin. Adı bağlama. Biz çalalım, siz dinleyin, bakalım ne diyor?...

          Ali Kahya, Bekir Çavuş, imam Muhsin Hoca bizim odanın müdavimleri. Talebeye tenbihatımız var. Zinhar meşe odunu getirilmeye, çam odunu, ve de yarma olan cinsinden... Ördek sobanın üstünde demlediğimiz çayla gece boyu sohbet, muhabbet... Akşam yemeklerinde bazen köy odasında, Muhsin Hocaya misafir oluyoruz. Malum, hocanın üç öğün yemeği köy nöbetinden. Ali Kahya bekar, Muhsin Hoca ,ben aynı familyadan. Evli, barklı bir Bekir Çavuş.

           Ali Kahya tevatür , on kadar evlenmiş. Günahı boynuna. Her gece on da birin hikayesi anlatılmakta. Muhsin Hocanınki tek. Biz henüz oralara gelemedik. Odada lüx lambamız var. Radyomuz, bağlamamız, sonraları ilaveten mızraplı tamburumuz....Bolu beyinin değilse de ona yakın zenginliğimiz.

          Sonra....Bir başka yazıda hikayeye devam edelim....