EROL ERKEN


CUMA SOHBETLERİ

Cuma Sohbetleri


Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
Ol mâhiler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler.
Hayalî

Kahvede, ocağa yakın bir masada sırtını duvara vermiş oturuyordu. Sıcak bir öğle sonrasıydı. Camiden çıkan üç ,beş kişi evlerine dağılmış, tarlasına biçerdöver gelenler traktörlerine binip ovaya inmişlerdi. Kahveci Halit ertesi gün gelecek toptancıya vereceği sipariş listesini yazmaktaydı.
Kulağına büyük bir vızıltıyla giren sineği öldürmek için bir şaplak indirdi kulağının orta yerine. Kurşunlu ,harman zamanı kör sineklerle imtihan olmakta. Seneler önce gölün kurumaya başladığında sivrisineklerle yapılan savaş tam unutulmaya başlamıştı ki bu seferde açılan kanallarda üreyen kör sineklerle başı derde girdi Kurşunlu'nun...
Dünya tarihinde birinci, ikinci dünya savaşları varsa, Kurşunlu tarihinde de birinci ve ikinci sinek savaşları yazılıdır.Birincisi sivrisineklerle olanıdır ki " Kuruyan Göl " yazımızda bir nebze anlatmıştık bu savaşı. Pek çok zayiat verilmiş gölün kurumasında. Ölenler şehit sayılmış, kalanlar gazi... Hattâ " gazilere madalya bile verilmeli " diyenler olmuş ahaliden. Bu savaş tam unutulmaya başlamışken bu defa kör sinek savaşı patlak vermiş...Nedense bu kör sinekler gözü ve kulağı sevmekte...Biçerdöverin peşinde koşan ahali yüzünü, gözünü sarmalayıp , bazıları da sinek-kov ilacını sürüp bu küçük yaratıklarla savaşı sürdürmekteler.
Niyazi aga ikinci sineği havada karşıladı bu sefer. " Ey Allah'ım, dedi, bu sinek milletini niye yarattın da bizi onunla imtihan edersin."
-Selamün aleyküm Niyazi aga.
-Oooooo, Erol'um, hoş geldin. Nereden böyle bu geliş ?.Kurşunlu ahalisi bu sineklerle mücadele etmek için seni de yardıma mı çağırdı ?.
-Öyle oldu be Niyazi aga. Gölpazar'lılar önce beni keşfe gönderdiler. Savaşa kaç asker gerekecek, alet , edevat neler iktiza edecek ?. Hele git, bize bir rapor getir dediler de onun için geldim.
Niyazi aga aşağıda resmini göreceğiniz gibi akranlarının aksine ufak boylu, kilosu , endamı kendine elverir, mukallit, benim tabirimle " köyün Nasreddin hocası " . Her şeye kulp takmasıyla meşhur. Kulp deyince Deli Nüzhet beyin hikâyesini anlatmak boynumuzun borcu...
Ahmet Vefik Paşanın Bursa valisi iken Deli Nüzhet Bey adında bir yardımcısı varmış. Namı mucibince gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemez, adaleti milim şaşmaz bir devlet adamı imiş. Bursa eşrafı pek hoşlanmamış, sık, sık şikayete gelmişler Paşa'ya..Çokça bunalan Paşa çağırmış bir gün Nüzhet Beyi.
-Eskişehir 'i çoktan beri ihmal ettik , Nüzhet Bey, demiş. Varasın, ve de ahval ve şerait nasıldır, bildiresin makama.
Hay ,hay deyip yola düşüyor Nüzhet bey. Epeyce bir zaman kaldım, diye anlatıyor. Sıcak bir gün yemekten sonra canım kahve çekti. Bir kır kahvesinin önünden geçmekteyim. İçeriye girdim, sıra sıra ağaç gölgeleri. Oraya mı otursam, buranın gölgesi daha fazla diyerek epey mücadele ettim gölgelerle. En sonunda yorulup oturdum bir ağacın dibine. Garson geldi;
- Hoş gelmişsiniz beyim. Ne arzu etmişsiniz acaba ?.
- Sade bir kahve söyle oğlum , dedim. Yanında soğuk su olursa pek makbule geçer .
-Baş üstüne beyim, dedi. Ve seslendi ocağa doğru.
-Bir sade kahve, kâllâvî fincanda. Kenefin yanındaki beye !...
Neyine senin koyu gölge aramak ?
Döndük, raporumuzu takdim için Paşanın huzuruna vardık. Yer gösterdi.
-E, anlat bakalım Nüzhet Bey , ne var, ne yok Eskişehir 'imizde ?.
-Sayenizde asayiş berkemal Paşa Hazretleri. Ahali adaletinizden dolayı sizlere minnettardırlar.
_Cenab-ı Hak işlerini asan kıla. İyi de yediğin, içtiğin senin olsun. Bize ne getirdin Eskişehir'imizden ?.
-Sultanımızın himmetiyle her bir şeyi tamamdır diye düşündüm de size lâyık bir şey bulamadım efendim. Yalnız kır kahvesinde içtiğim kallavi fincanı parasını verip ,alıp getirdim. Dahiliye Nazırı Memduh Paşa Hazretlerine takdim edeceğim. Her şeye bir kulp takan paşa bakalım buna nasıl bir kulp takacak acaba (!).
-Sağlık , sıhhat nasıl gidiyor Niyazi agam?.
-Allah'a şükür be Erol'um. Yuvarlanıp gidiyoruz. Mustafa 'nın dediği gibi " kuru havada patinaj yapmaktayız. " Belki bilmezsin ben 1934 doğumluyum. Üç kişi kaldık 34 lü olarak köyde. Ben, Veli (Yongacı ), bir de Erdoğan ( Dayı )...Geçenlerde bu ikisi yatsı namazından sonra yan masada kafa kafaya vermiş anlatıyorlar. Ben öncesinden hazırlık yaptım, bunları bir arada yakalarsam diye. Üç kâğıt aldım, hepimizin isimlerini yazdım, katladım, cebime koydum. Selam verip oturdum masalarına.
-Be asker arkadaşlarım, be otuz dörtlü tertipler. Ölüm bize hayli yaklaştı. Düşündüm, taşındım, acaba hangimiz önce ölecek diye. İşte size üç kâğıt... İsimlerimiz yazılı. Çağıralım bir sabi çocuk. Çeksin içinden bir kâğıt, kimin ismi çıkarsa önce o ölecektir.
Ölümün adı soğuk... Gülemediler bu sözüme. Biraz da kızdılar galiba .
-Bu zevzekliği bırakamadın bir türlü, dedi Erdoğan. Azrail elçi mi gönderdi seni kura çek diye ?.
Velhasıl yattı bizim kura işi. Bakalım Mevlâm ne gösterecek ?...
Cumanız hayırlara vesile olsun inşaallah...