EROL ERKEN


CUMA SOHBETLERİ

Erol Erken'in Kaleminden...


Dediler ki :
Gözden ırak olan, gönülden de olur.
Dedim ki :
Gönüle giren, gözden ırak olsa ne olur.
Mevlâna

 


Bu hafta sohbete tarihten başlayalım dilerseniz .Nereden çıktı bu " dilerseniz " lâfı diyeceksıniz şimdi. " Sohbetin adabındandır, izin almak " demiş eskiler.
Müşir Deli Fuad Paşayı bildiniz mi ?. Avamın 93 harbi dedikleri, 1877-1878 Osmanlı- Rus harbinin " Elena Kahramanı " ve de Abdülhamid Han tarafından müşir rütbesi ve madalyası verilen ismiyle müsemma Deli Fuad Paşa...Her ne kadar Paşa gibi Gazi olup madalya alınsa da Ruslar şimdiki Yeşilköy'e kadar gelip, bir de utanç anıtı dikilmiş ve de Ayastefanos antlaşması imzalanıp, Balkan'ların önemli bir kısmı, doğuda, Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Doğu Beyazıt, ve Eleşkirt elimizden çıkmış, üstüne üstlük 30 bin ruble savaş tazminatı ödemek zorunda kalınmıştı.
Gazilik pek önemli kimliktir bizim milletimizde. Hele hele bir de madalya aldıysanız mezar taşına isminizin başına " madalyalı Gazi " yazdırmayı hak etmişsiniz demektir.
Cumhuriyet 1923 de kurulup , elli yıl sonra devlet adamlarımızdan bir âkil adam ; " yahu demiş, yıllar geçti biz bu Gazi'lerimizi pek ihmal ettik, ne yer, ne içer, nasıl yaşar ahir ömürlerinde bu gazilerimiz " deyip " açın bu arşivleri ne kadar Gazi'miz kaldıysa bir maaş bağlayalım demesiyle Ankara başkentimizde bu işin simsarları peydahlanıp. "bize birer vekâlatname gönderin, sizin maaş işini halledelim " diye haber salmışlar Anadolu 'ya.
Allah rahmet eylesin, bizim kasabamızın adı sayılanlarından Baş kâtip Veli Bey görev yaptı adliyemizde. " Nev'i şahsına münhasır " bir insandı. Önünde çayı, elinde sigarası, bir taraftan sizinle konuşur, bir taraftan daktiloda yazardı. Henüz kasabamızda noter kelimesi bilinmediğinden o işleri de Başkâtip üstlenmişti.
Bir gün yanına gittim, çay söyledi, bir taraftan da yazılarını yazmaktaydı ki kapı çalınıp yaşlıca bir köylümüz girdi kapıdan.
-Bir vekâlatname yaptırmak istiyorum Başefendi.
Yer gösterdi Veli Bey.
-Vekâlet hangi makama gidecek hacım ?.
-Angara'da Gazi maaşı verilmekteymiş. Aha bu kâğıda ismini, cismini yazmışlar. Benim okumam, yazmam pek kıt. Başefendi okur, gereğini yapar dediler.
-Hangi köydensin, tevellüt kaç hacım ?.
-1320 yazmışlar kafa kâğıdına da pek kulak asma. Köy yerini bilirsin . Tevellütü doğru olanı mumla arasan bulamazsın.
Veli Bey kâğıdı aldı, baktı, kıvırıp geri verdi.
-Sen bu kâğıdı al, köyüne geri git hacım. Ben İstiklal Savaşında çocuktum, Söğüt'teydik. Top seslerini duydum hiç olmazsa. Sen Yenipazar'ın köylüğünde onu bile duymamamışsındır. Sen git köyüne, bu yaştan sonra haram lokma girmesin kursağına.
Biz sohbetin başında Deli Fuad Paşayı bildiniz mi, diye başladık, lâfı nereye uzattık. " Elena Kahramanı " Fuad Paşa'da bu madalyalardan birine hak kazanıyor, ve de Abdülhamid Han saraya Başyaver olarak tayin ediyor Paşa Hazretlerini.
Muhaliflerden çok çektiği bilinen bir şey Sultan'ın. Bir zaman vezirleriyle otururken sözü yine oraya getirip muhaliflerden haber sorduğunda vezirlerden biri ;
-Padişahım diyor, saraya yaver yaptığınız Fuad Paşa size muhalif bir adamdır. Acaba haberiniz oldu mu ?.
-Yok diyor, padişah. Biz onu sadık kullarımdan biri sayarız. Nereden bildin muhalif olduğunu ?.
-Şuradan belli ki Padişahım, sizin verdiğiniz madalyayı bir gün olsun takmadı.
-Yaaaa. Soralım bakalım, niyeti ne ola ki ?.
Bir müddet sonra bir toplantı esnasında çağırıyor paşayı huzura.
-Hele anlat bakalım benim Başyaverim. Sen bizim göğsüne bizzat taktığımız madalyayı çıkarmış, bir daha takmaya tenezzül etmemişsin. Sebebi nedir Paşa Hazretleri ?.
-Evet, söyleyen doğru demiş Sultanım. Bir günden sonra hiç takmadım verdiğiniz madalyayı.Nedeni ?. Madalyayı takan zevata bakıyorum, bakıyorum da bunların hiç birini harp sahasında görmemişim. Haydi birini, üçünü, beşini de hiç mi karşılaşmadık bu gazilerle...Şüpheye düştüm. Eğer bu madalya alanlar harpte var ise ben yokum. Rüyada harp etmişim demek ki deyip takamadım madalyayı...
Şimdi biz bu kadar tarihten neden bahsettik bakalım?. Sözü Kurşunlu'ya, bizim köydeki öğretmenliğimize getireceğiz de o yüzden bunca lâf...
Sene 1963... Üniversiteye gidip gitmemek arasında bocalamaktayız. " Gençlik başımda duman "şarkısı daha çıkmamış o zamanlar.
Her zaman saygıyla andığımız ilk öğretim müdürü Mehmet Gürsoy haber göndermiş gelsin diye. Teferruatı atlayıp sözü kısa keselim isterseniz. Doğumdan dolayı bir hanım öğretmen izine ayrılmış, ikinci sınıf boş kalmış, bizi oraya tayin etmekteler.
Rahmetli Baki ağabeyimle jeepe yatak, yorgan yükleyip vasıl olduk köye.
Müdür Yaşar Bey okulun karşısında yaşlı bir kadının evinin üst katını kiraladı, eşyaları indirdik, akşam da yemeğe alıkoydu sağ olsun.
Kestirmeden gidiyorum sizi yormamak için.
-Ben müsaadenizle kahveye kadar gideyim hocam, dedim. Size yeteri kadar yük olduk. Hakkınızı helâl edin.
-Yük olmak cümlesi kalkmalı aradan. Arzunuz bilir. Yalnız burada muhtar seçimleri yapıldı. Kaybeden taraf bize de yükledi kaybetmenin faturasını. Bilesin diye söylüyorum.
Hafız İdris amcanın kahve adresini alıp ayrılıyoruz müdür beylerden.
-Gel bakalım Erollllll...( İsmimin sonunu uzatarak söylüyor ) Kahvemiz bir öğretmen görsün.
Berberlerin kahvesinde, orta masada oturan Hafız amcadan bu karşılama. Muhtar seçimleri olmuş, Mehmet Durmaz kazanmış seçimi. Şaibe var, sandık kurulu başkanı taraf tuttu, lafları söylenip , Kahveler ikiye ayrılmış. Hattâ "söyleyenin günahı boynuna " muhalifler camiye gitmeyip kendilerine bir mescit bulmuşlar.
Kestirmeden gideceğiz dedik ya, ne kadar kaldım köyde, inanın hatırımda kalmamış.
Kurşunlu'da çok vakit geçirmişliğimiz var sonraki zamanlarda. Kahvede otururken ;
-Ben sizin köyde öğretmenlik yaparken....... diye başladığımda söz, hemen kesilir ;
-Yahu Erol, biz seni hiç hatırlamıyoruz. Hangi senelerdi?
sorusu girerdi araya.
Bir, üç, beş derken " ben bu köyde öğretmenken " lâfını çıkardık bizim lügatten.
Bir ikindi namazı... Köydeyiz... Camide, direğin arkasından biri kamet getiriyor da bir türlü simasını göremiyoruz. Camiden çıktık, ben biraz geride kalmışım.
-Allah kabul etsin hocam !.
Döndüm, gençten birisi.
-Allah razı olsun kardeşim, sağ olunda bu köyde bir kahveci Halit " hocam " der bana. Sen ondan mı aldın hocalığı ?.
-Yok, yok hocam. Ben ikinci sınıftayken bir müddet siz öğretmenlik yapmıştınız bize.
-Ey Yüce Allah'ım , dedim. Bir şahit gönderdin bizi unutanlara. Senin adın ne güzel kardeşim ?.
-Mehmet Bülbül hocam.
Koluna girdim, şaşırdı, kahveye yürüyen cemaate katılıp girdik Halit'in kahvesine. Masalara oturmuş ahalinin orta yerinde durdum.
-Ey Kurşunlu ahalisi. Ben sizin köyde öğretmenlik yaparken diye başladığım her sözü kestiniz bu güne kadar. " "Biz hiç seni bilemedik " dediniz. İşte size canlı bir şahit. İşte size köylünüz Mehmet Bülbül. Gel anlat bu ahaliye öğretmen liğimizi Mehmet kardeşim.
Adımız " Kurşunlu'nun bilinmeyen öğretmeni " kaldı bundan böyle...
Hakkınızı helâl edin sevgili dostlarım. Biraz uzun ve de " lâf olsun, torba dolsun " cinsinden oldu bu haftaki sohbetimiz. Namaza geç bırakmadık umarım. Nasıl olsa Cuma kılınmıyor artık, aklımdan çıkmış. Evde kılınan namazın da geç kalmışı kusurdan sayılmasa gerek.
Cumanız hayırlara vesile olsun inşaallah.