EROL ERKEN


HER ŞERDE BİR HAYIR...

"Muhacırlar kaybedilmiş topraklarımızın aziz hatıralarıdır." Mustafa Kemal Atatürk


HER  ŞERDE  BİR  HAYIR..

 

                                                                Muhacırlar kaybedilmiş topraklarımızın aziz hatıralarıdır.    Mustafa Kemal Atatürk

                   

  Kurtuluş savaşı bitmiş, Cumhuriyet ilan edilmiş, yaralar sarılmaya başlanmış, Yemen, Galiçya, Çanakkale, Sakarya Muharebeleri çocuklara, torunlara masal gibi anlatılır olmuş.

 

Gazi Paşamız memleketi yeniden imar etme yolunda gece yarılarına kadar çalışıp bir vakit köşke dönüp arkadaşlarıyla oturduğunda gözleri uzaklara dalıp dalıp gider olmuş.

       Bir gizli derdi var Gazi Paşamızın, bize açamadığı bir derdi var paşamızın diye dizlerine vurur olmuş silah arkadaşları. Günlerden bir gün dayanamamış yine gözleri uzaklara dalıp giden Gazi Paşamızı seyreden cephe arkadaşı;

 

       Ahalinin ömründen sana katalım, ömrün uzun, bahtın açık, işlerin hayırlı olsun Paşam, demiş. Günlerden beri dalıp dalıp gidersin, cümle emir kulun acep ne ola diye merak eder de iki laf edip gönlümüzü almazsın, derdin ne ola?

 

-  Ömrümüz birlik olsun, şadlık Şamanlık içinde bir millet mutlu olalım, düşmanımızın içine korku, dostumuza gül sunalım, diye başlamış söze. Bizler burada korkudan azade, gönüller hoş, ilerilere ümitle bakarken bu benim hemşehrilerimin hali nicedir.?

 

 Bunu merak ederim. Makedonya gözümde tüter, Drama, Serez, Selanik gö..zümde tüter. Onlarda yanımızda olsalar derim, Osmanlının yurdundan yuvasından kaldırıp Rumeli´nin dil bilmez, erkan bilmez ovalarına götürüp kondurduğu kardeşlerimiz de yanımızda, yanı başımızda olsun derim.

 

            Manastırı özlerim, Selanik´i özlerim, kargaları bile özlerim be çocuk .  İsmet paşamızdan hayırlı haberler beklemekteyiz..  Gün ola, harman ola. İşte 1924 yılı mübadele yılıdır ve de pek çok ailenin iki yük yatak, dört beş tencere ile gemilere binip Anadolu toprağına Gazi Paşamızın himmetiyle göç ettiği yıldır.

 

Lozan Antlaşmasına göre nakliye işini İtalyanlar almış.  Selanik Limanı´na gemilerini gönderip Anadolu´dan Rumları Yunanistan´dan Türkleri alıp becaişe başlamışlar. Amma ha deyince gemi bulunmuyor ve de balık istifi bile olsa yer bulunmuyor ahaliye. Selanik´te evler tutuluyor Vodina´dan gelenler limana yakın yerlerde sabah akşam gemi gözetlemekte. Bu Selanik Türküsü o zaman çıktı diyor mübadele milleti.

 

?Selanik içinde salam okunur

Salamın sadası cana dokunur.?

 

            Vatan hasreti ile yanıp tutuşan lakin kendini atacak bir vapur bulamayıp Selanikte can veren bir yiğidin hikayesi bu. Anadolu toprağına yüzünü süremeden can veren bir genç kız hikayesi belki de.

           

İzmit Limanına yanaşan vapura karşılayıcılar çıkmış, bayraklar asılmış, düğün alayı misali köylüsünü arayanlar, tavsiye verip falanca yerin havası suyu hele hele toprağı bizim oranın ki gibidir sözleriyle muhacire yardım edenler?

 

 Hayır sahipleri sıcak yemek kazanları getirmişler limana da muhacir ahalisi peksimet yemekten bağırsakları birbirine yapışmıştır varsın sıcak yemek yesinler karınları bayram etsin diyerek çağırmakta gelip geçeni.

 

            Süvarilerin en büyüğü Salih Süvari aşağıdaki kargaşayı seyretmekte güverteden. Kızı Zeliha´nın sesi;

 

      -Baba, baba. Bir tencerede ben götürüp sıcak yemek alayım aşağıdaki kazanlardan. On yaşında Zeliha. Türkçeyi bilmiyor, Makedonca konuşuyor babasıyla. Zayıflamış, dal gibi kalmış, üç aylık Selanik oturmasında ve de vapur yolculuğunda.

 

      -Onlar fakirlerin hakkı be kızım diyor Salih Süvari. Bizim paramız var. Garip gureba doyursun karnını.

       

Bu nasıl bir düşünce Ya Rabbi? İki denk yatak, üç beş tencere ile dil bilmediği, yol bilmediği bir memlekete gelen muhacir ,  fakirin hakkını düşünmekte. Siz isterseniz asalet deyin, ben tevazu gösterip gün görmüşlük, yaş yaşamışlık diyeyim.

 

Türkmen Köyü boşalmış. Ermeni ahaliden bir Allah´ın kulu kalmamış, yerli takımı Ermeni evlerinin önlerinde oturup komşu hikayeleri anlatmakta. Kira beygirleri yokuş çıkmaktan bıkmış, düz bir yere gelsek diye çırpınıyor. Tere batmışlar ki yere bostan eksen sulamaya hacet kalmayacak.

 

Emlak memurları tapu memurlarıyla beraber oturmuş eski defterlerde kayıtlı Ermeni arazilerini pay ediyor muhacire. Nüfus başına şu kadar dönüm verilecek, verilecek de kimine kurak araziden, kimine sulak araziden düşecek. Orta yolu nasıl bulunacak diye fikir yormada.

 

Paşa aga diyor, ben tercümanlık diyeyim siz aracılık edenlerden biri. Birkaç sarı lirayı gözden çıkarırsan arpalıklardan, köy yanından arazi yazdıralım sana. Cemaatin kalabalık, geçimin bolca olur hayır dua eder evlatların.

 

-Sarı lira kolay da biz hükümetimizin verdiğine razı olacağız. Büyüklerimiz elbet düşünmüştür bizim rahatımızı. Hem hak hukuk meselesidir. Helal haramı bilenlerdeniz. Benden çıkmasa da evladımızdan çıkar, çıkar da buna benim gönlüm razı gelemez.

 

 

Aynen böyle demiş de ben sonraları çok aradım da bulamadım Paşa Aga´nın sulak bir tarlasını. Her şerde bir hayır demiş atalarımız. Senede iki mahsül alınan yerden göç eden bir Rum´un;

 

      Anadolu´da Adana, Rumeli´de Vodina dediği verimli topraklardan kalkıp gelen Paşa Aga bire üç veren Türkmen toprağında tutunamamış da göç etmiş kasabaya. Ticaretle uğraşıp köyde kalanlara da ?Bravo? dedirtmiş kazancıyla.

       

Bu hikayeye benzerini rahmetli 1950´nin mebusu, sonraların senatörü Talat Oran Beyimiz anlatmıştı.

 

Sene 1957. milletvekili seçimleri arefesi. Osmanelide kapalı salon toplantısı yapılacak, mebus aday adayları konuşma yapacaklar, kendilerini bir güzel anlatacaklar ki delegeler en başa yazsınlar adlarını.

 

Sinema salonunu doldurmuş partililer. Sıra bana geldi. Sahneye çıktım, iki dönem yaptığım mebusluğun verdiği güvenle verip alıyorum Halkçılara. Yaptıklarımı yapacaklarımı anlatıyorum. Hatibin bir gözü önündeki yazısında olacak da bir gözü partiliyi kollayacak. Bakalım ne ediyor bizim Demirkıratlı arkadaşlarımız.

 

En önde oturan yaşlı, beyaz sakallı, piri fani bir adam durup durup gözyaşını siliyor mendiliyle. Bravo diyorum içimden. Bravo be doktor Talat, işte konuşma dediğin böyle olacak ve de hamiyetten gözleri yaşaracak dinleyenlerin.

 

Alkışlardan sonra kürsüden indim, gittim ihtiyar dedenin yanına yer açtılar oturdum.

 

       Neden bu kadar ağladın dedem dedim, biraz da gururla, konuşmam pek ağlattı seni.

 

      Öyle oldu, öyle oldu dedi titreyen sesiyle. Bu konuşan kim dedim yanımdakine;

  

      Tanımadın mı hey ihtiyar dedi. Bu Göl´den, Söğütçüklü Ömer Efendi´nin oğlu Talat Bey, hemi de doktor, üstüne üstlük mütehassıs doktor.

 

      Yüreğim bir yandı, bir yandı ki yanımda olsaydın ateşi sen bile duyardın. Nedeni, senin Ömer Efendi oğlu oluşundan. Ben Lefke köylüğündenim. Adını desem bile çıkaramazsın. Bir zamanlar şeytana uyduk, elimizden bir kaza çıktı, dağa vurduk kendimizi.

 

       Eşkiyanın, asker kaçağının dağları mesken tuttuğu, zabtiyenin hangisinin hakkından geleyim diye dövündüğü  bir zaman. Söğütçüklü Ömer Efendinin variyeti meğersem bizim oralarda da söylenirmiş de bizim haberimiz olmamış. İçimize sonradan katılan bir arkadaş sizin teneke içinde sakladığınız sarı liraları anlattı da dördümüzü hayale yatırdı.

 

 Bir gece vakti silahları kuşanıp cephaneyi de çokça alıp bastık sizin evleri. Pek denileni bulamadıksa da ne var ne yok yüklenip biraz da hane halkına eziyet edip tuttuk dağların yolunu. Senin onlardan olduğunu duyunca zaten vardı ya pişmanlık köz oldu oturdu yüreğime. Ağlamam bundandır doktor beyim.

 

Ben ellerine sarıldım, öpmeye başladım. Hem öpüyor hem de;

 

       Allah razı olsun senden dedem, Allah razı olsun diye söyleniyorum.

Adam şaşırdı, üzülsün mü, sevinsin mi anlayamadı, bön bön baktı yüzüme;

 

      Allah senden razı olsun dedem, dedim tekrardan. Eğer senin korkun olmasaydı benim babam Ömer Efendi kaçıp gelir miydi Söğütçükten kasabaya. O variyeti, tarlayı tapanı bırakıp gelemezdi mümkünü yok.

 

       Gelemezdi, gelemezdi de ben de şimdi bayırlarda öküz otlatır olurdum, koyun yayar olurdum, sabanın arkasında arpa yulaf eker olurdum. Kasabaya geldikte babam beni okuttu, doktor oldum, mütehassıs oldum, mebus oldum sayende. Sen eli öpülesi adamsın, sen yüceltilecek adamsın dedem.

  

" HER ŞERDE BİR HAYIR VARDIR"  diye boşuna dememiş  atalarımız...

/resimler/2018-12/19/2340384337241.jpg

Oturanlar soldan sağa: Paşa Erken, Mustafa Baytok (Nüfusçunun azizliğine uğramış, aynı kardeşler ama soyadını Baytok yazmış) ve Mehmet Erken. Ayaktakiler soldan sağa: Paşa ve Hasan Erken ( Mehmet Erken´in çocukları) Süleyman ve Hüseyin Erken ( Paşa Erken´in çocukları)