EROL ERKEN


KURUYAN GÖL

Göl kurumuş, ova olmuş. Kendi gitmiş, ismi kalmış yadigar...


KURUYAN GÖL

 

                                                                           Göl kurumuş, ova olmuş

                                                                           Kendi gitmiş, ismi kalmış yadigar.....

 

  Bizim kasabamızın bilinen ilk ismi Göl-Flanoz imiş sonraları Akçaoba, Resulşel diye çağırılmış. Şimdi ki bereketli ova toprağı gölün altındaki toprak. Taş burnundan Dikenli Boğaza kadar büyükçe bir göl ki için de kayıklarla geziliyor. Kurşunluya giden yol o zaman sular altında. Kasabaya gelmek isteyen ahali ya Taş Burnundan dolaşacak, ya Dikenli Boğazdan. Öylesine dolambaçlı bir yol. 

 Bizde dam lafı çok kullanılan sözlerden biri. Aktaş Damları, Dereli Damları, Kuş Damları? Göldağı Ermenisi dağ başında bunaldığında göl kıyısına iniyor başını dinlemek için. Bu Ermeni taifesinin en çok yaptığı işlerden biri de ipekböceği besleyip koza yetiştirmek. İpekböceğinin birinci yemeği de dut yaprağı. İşte, gölün kıyısına dut ağacı dikiyor, büyükçe böceklikler yapıp ipekböceğinden koza elde ediyor Ermeniler. Türkmen´de, Göldağı´nda, Muratça´da ve de Lefke ile Söğüt´teki büyük yapılar böceklik adıyla anılmakta o zaman. 

 Kuş Damları göl kıyısında bir hayli hizmet verip İncirli köyündeki ipek fabrikasında ipek çekilip Bilecik Kadifesine malzeme olmakta iken Ermeni taifesi;

      -Bizim burada kaldığımız yeter gayri, deyip Türkmen´i, Göldağı´nı terk ediyor. Kimi İstanbul´a kimi Fransa´ya kimi de Amerika´ya göç edip hicret vazifesini ifa ediyorlar.

 Göl kenarındaki evler boşalınca gölün kuşları o günü bayram ilan edip yerleşmeye karar veriyorlar böcekliklere. Kuş Damları adı bundan verilse gerektir. Alaca kargadan tut turnası, serçesi, guguk kuşu, güvercini ve bil cümle kuş taifesi evleri bölüşüp odalara, salonlara, tavanlara tapusuz, iskansız mesken tutuyor evleri. 

 Şimdi ki Üzümlü köyü o zamanın Beğdili köylüleri toplanıp karar veriyorlar ki ?Bu kuş milletinin yerleşimi ağaç dalları üstünedir ve de civar kuşları bunları örnek alıp yarın bizim evlerimizde de hak iddia eder? kararını deftere yazıp Kuş Damları´na imeceyle geliyorlar. Evleri bir güzel yıkıyorlar. Kerestelerini öküz arabalarına yükleyip hakça paylaşıyorlar. Kerpiçleri de göl suyuna atıp Kuş Damları´nı tarihe gömüyorlar. Beşevlerin üstündeki Aktaş Damları´nın serencamını şimdilerde hatırlayanlar çoktur ya yirmi sene sonra birileri kasabamızın tarihini yazmaya oturduğunda masal gibi anlatacak bu Aktaş Damları´nın hikayesini.

 Kurşunlu´yu ilk kuran Tikveşliler. Gazi Mustafa Kemal Paşamız Rumeli´de azınlıkta kalan kardeşlerimizi Anadolu´ya yerleştirmek için çağırdığında gelmişler. Kirazlık, cevizlik, dutluk ve meyvalık yeri görünce hem de göl kenarı, havası suyu iyidir deyip Amerikan filmlerinde gördüğümüz cinsten yedi sekiz hane toprağı parselleyip yerleşmişler. Sonraları çıkacak ve ölüleri gömmek için yeni mezarlıklar arayacaklarını, sıtma belasını düşünememişler o günlerde. Yugoslavya´dan bu Tikveşliler. Sonraları Bulgaristan göçmenleri, Selanik göçmenleri ve de Göldağı köyünden inmelerle karışmışlar. Göl, biraz kızmış bu yeni gelenlere herhal. Gidenlerin ahı tuttu diyenler bile var. Kurumaya başlamış. Sular yavaş yavaş çekilmeye etraf bataklık olmaya başlayınca bu işe pek şaşmış gelen muhacirler. 

           -Yahu, demişler. Bizanstan beri ovaya sığmayan göle ne oldu biz gelince. Yağan yağmur, akan dere, kışın kar suyu besleyemez oldu bu bizim gölümüzü. Aklı erenleri getirmişler, aksakallı hocalara okutmuşlar ama ne fayda. Göl inadına kurumakta. Kuruması neyse de kuruyan yerdeki bataklık mesken olmuş sivrisinek milletine. Sıtma illeti bir çökmüş köyün üstüne ki giderene aşk olsun. 

 İşte, bu kanal hikayesi o zaman başlıyor. Süveyş kanalı, Panama kanalı bilinmediğinden biraz geç olmuş ama yine de aklı kesmiş kanal yapımına köylünün. Büyük bir kanal açsak, suyu oraya verip kurumayı hızlandırsak hem kuruyan yerleri tarla yapar hem de sivrisineklerden kurtuluruz deyip sarılmışlar kazma küreğe. Şimdinin greyderi, dozeri, loderi, kepçesi olsa üç günlük iş. Kaç zamanda açıldığını varın siz hesap edin artık. 

 Kanallar açılıp sular çekilince göl ovası olmuş bizim gölümüz. Ölçenler 8,500 dönüm diyorlar göl ovasını. Bizde dönüm aşağı yukarı bin metrekareye deniyor. Bu 8,500 dönüm yerde hazine arazisi var, şahıs arazisi var. Bir birlik kurulmuş hemencecik. Yerler satın alınıp parası taksit taksit ödenmeye söz verilip hane başına elli dönüm hesabından dağıtılmış ahaliye. Üstüne üstlük birlik adına bir de traktör satın alınmış. Sarı renkli, Hanomag markalı ve de paletli kocaman bir alamet. Paletli olması bu arazide lastik tekerlekli traktörün batacak olmasından. 

 Sıtma devam ediyor. Gölpazarı´mızın tek ilkokulunun kayaya yapılmasının hikmeti de bu sıtma belası. Orta mahalleye kadar gelen sivrisinekler yorulup çıkamayacak İsmetpaşa Mahallesine. Malum iştir, sivrisinek dediğimiz pek sevmez yokuşu. Düz yerde çok ilerler de yokuş bir yere gelince;

             -İlerde rüzgar vardır bizim yolumuz buraya kadar, der.

 Balkan Dağlarında, Rumeli ovalarında yetişen al yanaklı, besili Kurşunlu ahalisini pek sevmiş sivrisinekler ve de çokça ziyaret eder olmuşlar. Hastalanıp yatağa düşenlere tek ilaç kinin olduğundan mezarlık ziyaretleri de çoğalmış bu yüzden. 

   Devrin muhtarı Hafız İdris. Sözü sohbeti dinlenir, kaleminden kan damlar, tuttuğunu koparır bir muhtar ki civar da namı var. Daha iyisi iktidar partisinde. Eliyle yazacak da devlet dairesinde daktilo yazısını gören memur ?Bu iş çetrefelli bir iştir? diye korkup bir üst makama götürüceğini bildiğinden İstidacı Salih Efendiye gidiyor. Ne de olsa arzuhalin de bir adabı var. Bunu da en iyi istidacılar bilmekte. 

 Salih Efendi sağlık vekaletine öyle bir arzuhal yazıyor ki okuyan vekilin hamiyetten gözleri yaşarıyor. Kırk, elli cenazenin bir köyden çıkması ne demek? Yemenden, Trablusgarp´tan, Balkan Harbinden gazi olarak dönen benim yurttaşım İngiliz´in İtalya´nın Fransa´nın kurşunundan ölmemiş de bir sivrisinek mi öldürüyor garipleri diyerek emir vermiş sıtma savaş grubuna. Derhal gidilsin yerin tetkik edilsin, çaresi düşünülsün ve sonucu ivedi olarak bana bildirilsin diye. Gerisini Hafız İdris muhtarımızdan dinleyelim;

      Bir gün  kahvenin önünde komşularla oturmakta çay içmekteyiz. Alt taraftan bir homurtu duyuyoruz da çıkaramıyoruz nerden geldiğini. Derken yolun başında bir toz bulutu gördük, geldi yanımızda durdu. Cipin durmasıyla şoförün koşup kapıyı açması bir oldu. Kelli felli bir adam indi. Takım elbiseli, kravatlı. 

     - Kim bu köyün muhtarı demesiyle bizim hazır ola geçmemiz bir oldu.

     - Buyurun beyim, dedim. Muhtar benim. Hoş geldiniz, safalar getirdiniz, hele oturun bir kahvemizi için. Uzak yoldan gelirsiniz besbelli.

     - Sağlık vekaletinden geliyorum. Sen bir yazı göndermişsin vekil beyefendimize. Köyden her gün iki üç cenaze çıkıyor demişsin, görmeye geldim şu cenazeleri muhtar efendi. 

     - Can baş üstüne beyim, dedim. Ben de bizim istidamız ulaşmadı herhalde vekil beyimize diye merak edip dururdum. Demek ulaşmış, ulaşmış da sizi göndermiş vekil beyimiz. Allah devletimizden razı olsun. Ayağımıza sizin gibi beyleri gönderip derdimize derman arıyor. Allah razı olsun. Madem kahveyi sonra içeceksiniz gidelim göstereyim mezarlarımızı. 

 Otuz dört yeni kazılmış, toprağın yaşlığının daha kurumadığı mezarları görünce siz memur beyin yüzünü görmeliydiniz şaşırdı, bocaladı, ne diyeceğini bilemedi. Uzunca bir sürece saydı mezarları. 

      -Özür dilemek neye yarar muhtar efendi, dedi. Kalbini kırdık yüksek sesle konuşmaktan. Vekaletten peşin hükümle çıkmıştık yola. Muhtar mübalağa etmiş, acındırmak için yazmış dedik de sana çokça kızmıştık. Dediklerinin bir tamam doğru olduğunu görünce özür vacip oldu artık.

 Kurşunlu Kayası´nın altındaki mesire yerine gidenler çocuklarını çamlara götürürler de rüzgarda ifil ifil sallanan buğday tarlalarını gösterip;

      - Bu gördüğünüz göz alabildiğine uzanan ova var ya bir zamanlar tamamı göl imiş çocuklar. Bizim kasabamızın ismi de gölden kinaye Göl-Flanoz konmuş. Sonraları buralarda nüfus çoğalıp Pazar kurulmaya başlanınca buıranın adı Gölpazarı olsun demişler büyüklerimiz diye bir güzel anlatırlar hikayemizi.

 Göl kurumuş, ova olmuş?

KENDİ GİTMİŞ, İSMİ KALMIŞ YADİGAR. 

Aslıhan Zeynep
25.07.2018 09:50:21
çok güzel bir yazı yazmışsınız babacım elinize ,kaleminize sağlık.daha nice güzel yazılar yazmanız dileğiyle...