ZEKİ GÜVEN


YAĞCI EMİN UYSAL


                                YAĞCI EMİN UYSAL ( PEYNİRCİ EMİN)

          Yağcı Emin Gölpazarlı. Çarşıdan Muhacir Mahallesi´ne çıkarken sol köşede küçük bir evde eşiyle yaşayan biri. Çocukları yok. Evinin bitişiğinde müşteri gelince açılan çay, şeker, sigara sattığı küçük bir bakkaliyesi var . Asıl para kazandığı iş ise mandıracılık ve her salı pazarda açtığı bakkaliye sergisi.
          Evinin önünde derme çatma üstü kiremitle, tenekelerle kapatılmış yaklaşık yüz metre kare genişliğinde kapalı bir alanda yapıyor mandıracılığı. Her salı ise pazarda bakkaliye sergisi açıyor

          Yıl 1973. Gölpazarı´ında lise açılmış. Yeni haberimiz oldu. Babam: " Okumak istiyorsan gidip yazdıralım." dedi. "Olur."dedim. Eresi gün eniştem Nuri Güven´in minibüsüyle Göl´e gittik. Doğru liseye. lise açılalı üç hafta olmuş. Evrakları sonradan tamamlamak üzere kayıt ettiler. Sınıfım 4/B , numaram 796. O yıllarda lisede yazıcı olan Hasan isminde bir abi velim oldu." Yarın gel. Okula başla." dediler.

         Okuldan çıktık. Çarşıda Kadira´nın kahvesinin önünde babama seslendiler: "Yaşara ... Buyur.

         " Selam faslından sonra : Hayırdır? Hizmet?
         " Oğlanı liseye yazdırdım. Kiralık bir ev bakacağız."

         Şurda burda buluruz derken biri Emin dayıyı tarif etti. "Senin çocuk gibi bir çocuğu okuttu geçen seneler. Belki senin çocuğuna da bakar." dedi. Evinin yerini tarif etti. Ev tarife göre yüz metre. Hemen kalktık. İki dakikada eve vardık.

        Bir öğle sonrası. Emina karısı Hacer yenge ile bakkaliyenin önünde bir kediye yemek yediriyor.

          "Selamün aleyküm."
          "Aleyküm selam. "

          Babam: "Ben Yenipazarlıyım. Çocuğu liseye yazdırdım. Ev arıyorduk. Çarşıda ... adlı kişi senin daha önce böyle bir çocuk okuttuğunu söyledi. Size gönderdi."

         Emina ve hanımı beni tepeden tırnağa beni süzdüler. Göz göze geldiler.

         " Yenipazar´da kimlerdensin? " dedi.

         Babam: Bana Hatıp´ın Yaşar derler. Aslen Danişment´ten gelmeyiz." dedi.

         " Danişmentli Durali Güven´i tanır mısın?"

          "Agam olur."

         Gocabuvam(amcam) asker arkadaşıymış Emina´nın. He hoş derken Koca Bakkalla da dünür olduğunu öğrenince : "Ben bu çocuğa bakarım ama hayat pahalı. Elektrik,su ..."

          Babam: Neyse ücreti ödemeye hazırım, dedi.

        " Ayda üç yüz elli lira alırım. Bizim yediğimizi yer, içtiğimizi içer.

         "Tamam ücreti kabul ediyorum. Çocuk size emanet." Bana müsade yarın yatak yorganını getiririz." dedi .

           Bana iki yüz lira bıraktı. " Allaha ısmarladık."

         "Selametle. Uğurlar olsun."

          O gün gece yatana kadar Kunduracı Ali´nin muhtarlığı sırasında ve öncesinde Halila´nın dükkanının önünde kaba şeker sattığını, Kocabuvamın komutanı tarafında İstanbul´dan sık sık köye gönderildiğini, Gocabuvamın dönüşünde köy ekmeği peynirli, kabaklı pidelerle geldiğini. Eskiden çerçililik yaptığından köylerden çorap eskisi meyve kurusu topladığından, simdi yaptığı işlerden bahsetti.

         Sabah erkenden kalktım. Kahvaltıdan sonra çıktım. Bir iki defter , kalem silgi aldım. Ortaokul kravatımı taktım.

         O gün 4B ´deki arkadaşlarımla öğretmenlerimle tanıştım. Ders programını ve kitap isimlerini aldım. Çıkışta eksiklerimi Ali Dere´nin dükkanından aldım.

          Babam annemle beraber bir iki çuval un, bir römork odun, iki tavuk, bir tencere yoğurt , üç dört köy ekmeği , yatak yorgan ve giysilerimi traktöre atıp gelmişler. Beni yerleştirdikten  sonra Yenipazar´ a döndüler.

          Emina, çok tertipli düzenli aynı zamanda çok sıkı biri. Evde her eşyasının yeri belli. Ben de onların yaşam alanlarını daraltmamak için son derece dikkatli davranıyorum. Öyle ki sanki evde yokum . Ayaklarına takılmıyorum hiç.

          Ayrıca onlara yardımcı da oluyorum. Özellikle salı günleri kiraladığı paytona pazar mallarını koyarken pazar yerinde indirirken yine akşam pazar dönüşte yükleme ve indirmeye yardımcı olurdum.

          Pazar dönüşü mallar dükkana, depoya yerleştirdikden sonra yemek yenir. Sıra pazarda kazanılan paraları saymaya gelirdi. Bozuk paraları yirmi beş kuruş , elli kuruş, bir lira olarak ayrı ayrı sayar keselerine koyardık. Her kesenin içine de toplam miktarı bir kağıda yazıp ağzını bağlardık. Kağıt paraları ise Atatürk üste ve aynı yöne gelecek şekilde  demetler, miktarını sayar, toplamını kağıda yazar ; yer evinin pencere sahanlığına koyardık. Üstüne de ütülenmesi için ağırlık olarak kg. koyardık.

           Üstünden çıkarmadığı içten cepli bir yeleği vardı. Üçü bir yanda üçü bir yanda altı gözlü. İşte sıkıca demetlediğimiz bu kağıt paraları özenle bu gözlere yerleştirirdi. Çelik yelek giymiş gibi olurdu. Çok kalıplı bir adamdı aynı zamanda. Bastığı yeri tiretirdi. Ama çok yürekli değildi. Bir kere peynir parasını ödemeyen bir memurun oğluna :" Babana selam söyle peyniri yemesini biliyorsunuz. Ödemesini niye bilmiyorsunuz ?" demişti de bir gün o memuru on metre öteden görünce : Bir emriniz var mı ... bey? demişti.

           Onun esnaf olarak unutamadığım sözleri kendisinden küçük bayanlara, kızlara  abla; kendisinden büyüklere, kocakarılara  kızım diye hitap demesiydi.

            Harcamaları çok kısıtlı olduğu için çok para biriktirmişti. Gölpazarında her bankada Bilecik´te de bir iki bankaya yaymıştı parasını. Aynı bankaya parayı yatırırsa düşmanlarının olacağını söylerdi. Ayrıca yangın çıkar, savaş cıkar ..." Bir anda bütün paraların gider." derdi. "Üstünde bile bütün paranı aynı yere koymayacaksın."" Çarptırırsan fazla etkilenmemek için."

           Gerçekten çok parası olduğunu bayramlarda banka müdürlerinin onu ziyarete çeşitli hediyelerle gelmelerinden anlardım.
   
           Çok sağlamcıydı. Avlu kapısının arkasında bir dayak bulunurdu gece gündüz. O kapıyı aşıp eve girmek imkansızdı. İşte o üstü kapalı avluda her yıl yüzlerce teneke peynir yapardı. Peynirleri tam yağlı şimdiki küp şeklinde ve çok lezzetli olurdu.Sütü muhacirlerden peşin alırdı. Peynirleri yaptıktan sonra Bilecik ya da Bursa ´ya buzhaneye götürür. Kışın her hafta dört beş tenekesini hazır müşterilerine satardı.

           Çok tedbirli , çok sağlamcı dedim ya örneğin geceleyin uyandığında üçte , dörtte, beşte : löööööyyyynnn! diye bağırırdı. Bunun nedenini sordum. Oğlum: Hırsız falan varsa kaçıp gitsin diye bağırıyorum. " derdi. "Ağzım mı aşınacak? Tedbir işte."

           Annem arada bir  salı günü eniştem Nuri Güven´le ütülmüş bir tavuk ve bir tencere yoğurt gönderirdi. Çarşamba günü ise bizim bir tam tavuğun haşlanıp kızartılıp bir tepsi pirincin içinde sobanın fırınında ana yemek olarak pişirildiği gündü. Hacer yengenin yaptığı bu pilavın nefis tadı unutulmazdı. O akşam sadece komposto ve o pilavı yerdik.

            Elektrik harcanmasın diye hava kararmadan ödevlerimi yapmak; hava kararmadan evde olmak zorundaydım. Yenipazar Ortaokulu´nun yaramaz ve şımarık çocuğu disipline girmişti.

            Allah rahmet eylesin Emin dayı sayesinde tertipli düzenli, sağlamcı biri oldum. Lisede sigaraya alışmadım. Her yıl sınıfımı direkt geçtim. Arada teşekkür belgesi aldım. Orada yaşadıklarım   tertipli, disiplinli bir kişi olmamı sağladı. Kendilerine minnettarım.

            Yağcı Emin denmesinin sebebi de pazarda ağırlıklı olarak sıvı yağ satmasıydı. Sana yağının ve sıvı yağların karaborsaya düştüğü yıllar. Emim dayı ne  yapar eder bir kamyon yağı bir gecede Gölpazarı´ndaki eve yıkar. Yüzlerce teneke bir çırpıda kullanılmayan yer evi odasında silinir temizlenir yığılır.
Elli altmış litrelik  bidona iki üç teneke koyar; pazarda musluktan litre litre satardı. Belli bir miktar alış veriş yapanlara sana yağı da verirdi. Sadece sana (Bir margarin adı.)isteyenlere yoktu margarin.

          Bu bidonu 1979 yılında faaliyetlerine son verdiğinde bana verdi. Mazot kıtlığında ben de taksinin bagajına koyup Göl´den benzin aldığım benzinlikten mazot dolduruyordum. Bir ara da avluya yüksek bir yere koyduk. El yıkama deposu yaptık.

           Neyse dönelim Emin dayıya. Bir gün akşam yemek yedikten sonra çay içerken ciddi ciddi :

           "Bak oğlum, sana birşey söyleyeceğim. Hemen cevap verme. Biz yengenle düşündük taşındık, seni eğer anan baban verirse evlatlık almaya karar verdik. Cevap verme hemen dedim. Anlatacaklarımı dinle:

           "Asaf, çarşıdaki binasını iki yüz bin liraya satışa çıkarmış. Eğer kabul edersen yarın o binayı alırım . Oraya yepyeni bir bina dikerim. Altına büyük bir bakkaliye açarız. Üst katları daire yaparız. Sana Gölpazarı´ndan hangi esnafın kızını istiyorsan onu alırım. Bana kız vermeyecek adamın alnını karışlarım.( Nedense dünürünün de esnaf olmasını isterdi.) Siz en üst katta oturursunuz. Sana da sıfır bir pazar arabası alacağım .Kamyonet ya da koltuksuz minibüs. Haftada altı gün pazarlara gider sergi açarsın. Paraları bana getirirsin. Biz yengenle sayar demetleriz. Arabayı ertesi güne yükler hazılarız. Paraya para demeyiz. İyi düşün... Bütün malım mülküm senin olacak. Göl´ün en büyüğü sen olacaksın. Sonra cevap verirsin." dedi

          Ben içimden altı gün offfff. Zaten ağır çiftçilikten bıkmışım. Gecen yok gündüzün yok çiftçilikte. Hafta sonun yok . Şimdi haftada altı gün sabah altı akşam dokuz. " Çekilirmi len bu hayat. Yesinler paranızı."

           "Ben memur olacağım. Hafta sonu iki gün top oynayacağım." demişim.( Yenipazardaki top oynayan öğretmenlere özenirdim hep.)

           "Gene de düşün." dedi Emin dayı. Ters bir cevap vermedi.

                                                                          ?

            Aradan birkaç ay geçti. Babam gelmiş.  Yiyip içtik. Emin dayı babama: "Yaşar birşey diyeceğim sana." dedi. (Babamdan beş yaş büyüktü. 1922´liydi. )

             "Buyur."

             "Zeki´yi iznin olursa evlatlık almak istiyoruz." dedi.

              Babam şaşırdı. Emina´nın, hanımının, benim yüzüme baktı. Bir süre sonra:

             "Emina, sen varlıklı bir adamsın. Büyük bir birikimin var. Nasıl güveniyorsun benim oğluma? Ya çalıp çırpar, seni aç açıkta bırakır; sana bakmazsa?

           Emina: Yaşar, biz onu üç sene içinde onlarca kere test ettik, tarttık, imtihan ettik. Onu sen bize bırak. Veriyon mu vermiyon mu?

           Babam: "Kendi bilir." dedi gülerek.

           An itibarıyle babama çok kızmıştım. Ayak üstü sattı beni diye.

           Evin içinde orda burda bir lira, iki lira , bazen beş lira bazen on lira bulur; yer evinin camının önüne koyardım. Meğerse onlar tuzak yemleriymiş.

           Bunu babama anlattılar. Ben şaşkın...  Babamın  gözleri ışıl ışıl ...

                                               ?

            Mekanları cennet olsun. Allah rahmet eylesin.

           /resimler/2018-11/23/2142008378626.jpg

            Lise yıllarım / ZEKİ GÜVEN