Şinasi Kula


YAZIYORUM

YAZIYORUM


HOCAM YİNE YAPTI YAPACAĞINI!
 
Daha dün gibi aklımda, geçtiğimiz yıl “çalışan gazeteciler” günü vesilesi ile bir kahvaltı düzenlemişti Prof.Dr. Yılmaz Büyükerşen. Vermişti fırçayı duayenlerin(!) gözlerinin içine bakarak. Öyle bir fırçaydı ki bu fırçayı yiyenin üzerine adeta toz konmuyordu. Zaten o gün itibarı ile hiç kimsenin üzerine toz konmadı ve hiç kimse bana mısın demedi. Sanırsınız ki Büyükerşen, o yenmez yutulmaz eleştirileriyi Rasim Ozan Kütahyalı’ya yaptı! “Siyasi dedikodu”dan başka yazılar yazmıyorsunuz dedi yahu kısaca orada olan herkese daha ne desin! Peki, geçtiğimiz günlerde Kentpark’ta düzenlediği yemekte neler söyledi? Tüm gazeteler aynı haberleri paylaştığı gibi, hepsi de tek bir metinden yararlanmakta. Yani bir haber ajansının haberini tüm gazeteler metne kadar aynısını kullanıyor dedi. Bu kadar dese yüreğim yanmaz. Bizim zamanımızda her köşe yazarının elinin altında imla kılavuzu ve Türkçe Sözlük bulunurdu. Her an onlara bakarak yanlıştan arınırdık dedi. “Ama sizin elinizin altında Google denen sonsuz bilgi kaynağı olmasına rağmen ne imla kılavuzu, ne nokta, ne virgül çoğunuzun umurunda değil” diyerek kapak yaptı. Kıvrak zekâsıyla o kapağı açmak zor olmasın diye, duayenlerin(!)geceleri berbat olmasın diye esprilerle tatlıya bağladı. Hiçbir gazetede röportajların, söyleşilerin yapılmadığını vurguladı. Hafta sonları keyifle okurduk fotoğraflarla süslenmiş bu yazıları dedi. Hocam bana da laf attı gözlerimin içine bakarak; “sanatçı arkadaşım bir zamanlar böylesi güzel yazılar yazıyordu” diyerek benim de duayenlere(!)uyduğumun altını zekice çiziverdi. Herkes daha sonra derin bir nefes çekerek ikinci kadehlerden sonra şarkılara eşlik ederek, hafiften gerdan kırarak özgür gazeteciliğin tadını çıkardılar… Anımsayanlarınız vardır eminim, Yılmaz Hocamın bir özelliğini sıkça konu etmiştim köşe yazılarımda. Kendisini en çok eleştiren, eleştiriyi hafifçe de karalamaya dönüştürenleri böylesi etkinliklerde kanatlarının altına neden alır ki diyerek? O gece anladım ki onun dışındaydı bu yerleştirme işi, teşrifatçı eksikliğinden(!)kaynaklanıyordu bu iş. Bir gazeteci arkadaş, yerleştirme anını özellikle kulağıma fısıldamaya gelerek “bak” diye işaret etti. Gerçekten de yönlendirme ile belli isimler hocanın geleceği masaya yöneltildi. Yeminle ben kimseleri minimum olsun kıskanmadım da, o gecede olanlardan bazıları ismimin birkaç kez anons edilmesinden rahatsız olmuşlar ne yazık ki. Direkt hedef olmasın diyerek üstü kapalı yazıyorum bundan sonraki kısmı… O güzel gecenin mimarlarından birine, program sonrası adeta fırça atmış birkaç kişi. Hocanın anons ettiği yetmezmiş gibi “sen de bu adamın ismini neden defalarca anons ettin” diyerek kızgınlıklarını belirtmişler. Demek istemem şu saygın okurlarımız. Mademki hocamın tüm eleştirilerine rağmen “siyasi dedikodu yazıları” muteber sayılmakta güzel kentimde! E benim neyim eksik? Alın benden de aslan gibi bi siyasi dedikodu yazısı erenler…
 
OZANCA
 
Doğdun,
Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü...
 
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü...
 
Bu, namustur
Künyemize kazınmış,
Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü...
 
Ahmed ARİF