EROL ERKEN


ZEMHERİDEN ÖTESİ BAHAR

BİŞKEK NOTLARI 22 ARALIK...


/resimler/2019-1/16/1746598628946.jpg       

  Hüzün... Gurbette bol miktarda bulunmakta. Aramaya,  sormaya gerek yok. Sokak lambalarında, otomobillerin farlarında, ince, ince yağan kar tanelerinde, sabahları doğudan kalkıp Alato dağlarının eteklerine gidip, akşamları dönen kargaların çığlıklarında, boy atmaya uğraşan kardelenlerin yerdeki kara inat saf beyazlığında... En çok da insanların gözlerinde...

          Hüzün... Şiirlerde, hele hele şarkılarda... Hüzzamdan başlayıp Kürdil-i Hicazkâra uzanan notaların durak yerlerinde... "Macunlaştırılmayan barak havalarının" sesinde...

          Hüzün... Eski halk hikayelerinin, Leyla ile Mecnun´ların, Ferhat ile Şirin´lerin, Kerem ile Aslı´ların kavuşamamalarının feryatlarında...

          Hüzün... Sırrı Süreyya´ya verelim sözü, bakalım hüznü nasıl anlatıyor;

         "Kerem, İsfehan Şahının oğlu Ahmet Mirza ile Ermeni keşinin kızı Aslı´ya aşık olduğu  zamanda kazandığı lâkaptır. 

          Destanın sonuna gelip aşıklar kavuşamayıp, yanıp kül olunca eski bir sipahi kılıcını çekip  ozanın üstüne yürümüş. Rivayet edilir ki Ozan can korkusuyla  Hazreti Hızır´ı destana sokup, aşıkları küllerinden yeniden diriltip mutlu sona bağlamıştır. Hikayenin sonuna müdahale etmek yalnız Sipahi´nin fikri değildir. Refik Halit Karay anlatır;

         "Abdülhamit devrinde aşıklar  Kerem destanını anlattığında sonu vuslat ile bitmeyince intihar vak´aları yaşanır. Bunun üzerine bir ferman yayınlanır. Hikâyenin sonu kavuşmayla bitecektir. Kerem ile Aslı´yı yakıp kül eden halk aşıklarının kellesi gidecektir. Bu yüzden aşıklar ikiye ayrılır. Hikâyeyi kavuşmayla bitiren aşıklara  "Kerem öldürmeyen" aşıklar denir."

          Bizim kasabada Çarşamba, Cumartesi günleri Kâzım Ağanın, Bölükbaşı´ların sinemalarında kadınlar matinesi olurdu. Kahvelerin önüne sandalye çıkarıp oturanlar sinemadan çıkan kadınların göz yaşlarını seyrederlerdi. Kavuşmayla bitmeyen filmin sonuydu göz yaşı... Abdülhamit Hanın fermanı gibi bir ferman beklerdi kadınlar. Filmler Mutlu sonla bitsin isterlerdi. Lâkin gözyaşından fayda umanlar bitirmezdi gözyaşlarını. Yine Sırrı Süreyya´ya verelim sözü, bakalım ne anlatmış;

         "Bu topraklarda hangi ferman yayınlanırsa yayınlansın sonu Mutlu bitmeyecek bir başka hikâye daha vardır.  O da Kerbelâ´dır... Eğer sosyal psikiyatride de " devreden toplumsal travma olgusunu" bilmiyorsanız bu hikâye ritüeline gülersiniz.

          Halk yüzlerce kez dinlediği ve acı sonunu bildiği halde merakla dinler.  Kerbelâ masumları sayıca çok azdırlar, halk ağlamaz... Açlıktan kırılırlar, halk ağlamaz... Susuz kalan çocuklar feryat ederler, halk ağlamaz... Abbas Fırat kıyısına su getirmeye gönderilir, gelmeyeceği de bilinir, halk ağlamaz... Hüseyin at üstünde tek başına binlerce kişiyle ve de tarihin en büyük fitnesiyle çaresiz Cenk eder, öleceği kesindir, halk ağlamaz...

          Ne zamanki Hüseyin attan düşer Sahra-i Kerbelâ´ya, halk o Zaman ağlamaya başlar... Hem ağlar, hem de gelmeyen Cebrail´e intizar ederek  Sultan-ı Enbiya´ya haber vermesini ister.

          Ağlanılan şey hikâyede umudun kalmaması değildir aslında. Atlı zalimlerin karşısında yaya kalmaktır. Kerem´in yanıp da kül olması değildir yürekleri yakan. Muktedirlerin bezirgan saltanatı sürdükçe hiç bir aşığın kavuşamayacağıdır...

          Keşke bir sipahi gelse, bu hikâyenin sonu böyle bitmez dese. Barak ilinin Kerem öldürmeyen aşığı sazını yeniden alsa eline. Ve de bir Seyfullah keremkârı söyleyemeye başlasa;

           Biz aşığız, biz ölmeyiz,

          Çürüyüp toprak olmayız,

          Karanlıklarda kalmayız,

          Bize leyl-ü nehar olmaz.

 

           Diye söylese , biz de utancımızdan ağlasak..."

 

           Hikâyelerin sonu kavuşmayla bitecek bir gün, hiç bir ferman olmadan. Boynu bükük kardelenler boy verecek karların içinden. Çin kargaları tok dönecek Alato dağlarının eteklerinden. Şiirler, şarkıların notaları hüznü unutacaklar. İnsanlar gülecek mutluluktan. Ne zaman mı ?........

 

             ZEMHERİDEN ÖTESİ BAHAR  !...........